İlk notumda küresel ısınmanın her yıl arttığını gösteren verilere yer vermiştim. Bir hafta önce yayınlanan dünyanın 2010 ortalama sıcaklığına göre son 10 yılın en sıcak yılını yaşamışız.
Peki tüm bu verilere karşın bu işe karşı çıkan gökbilimciler ve diğer bilim insanlarının savları nedir, bu yazıda da konuya açıklık getireceğim.
Ocak 2001 tarihinde açıklanan 2010 yılı ortalama sıcaklık değeri. Son 10 yılın en sıcaklarından biri daha. Değerlerin iki tanesi ABD'den biri İngiltere'den diğeri ise Japonya'dan. Böyle ölçümleri acaba sadece gelişmiş ülkeler mi yapıyor :)
Önce yayınlanan ortalama sıcaklık verilerine inanılmıyor. Nedeni de yeryüzünde ölçülen sıcaklıkların genellikle kent merkezlerinde ve havaalanlarında olduğu ileri sürülüyor. Bugün kentlerimiz birer ısı adası olmuş durumda, evler ve binalar çok iyi ısıtılmakta bu da kenti ısıtmaktadır. Gerçekten Ankara'ya ilk geldiğim 1980'li yıllarda kışın yağan kar yerden kalkmaz Tandoğan'da bile iki ay buz üstünde yürürdük. Son 10 yıldır Ankara'ya kar yağıp da 2 gün yerde kaldığı bile olmuyor. Karşı görüşte olanların ellerinde bir de çok güzel kanıtları var. Uydulardan yapılan sıcaklık ölçümleri.
Yeryüzüne çok yakın olan troposfer katmanının en altında ölçülen uydu sıcaklık verileri. Bu grafiğe baktığımızda da son yıllarda bir soğuma olduğunu görüyoruz. Yerde ölçülenler ile ters bir eğilim var.
Yukarıdaki grafikte atmosferin en alt katmanı olan troposferin de en alt sınırında uydular ile ölçtülen sıcaklık değişimlerini gösteriyor. 1979 yılından bu yana ölçülen bu değerlerin yeryüzü sıcaklığı olduğunu, o yüzden yerdeki meteoroloji istasyonlarında ölçülen sıcaklıkların kentlerin ısınmasından dolayı yerin ortalama sıcaklığı için doğru değer vermediğini savunuyorlar. Bu uydu verilerini destekleyen diğer bir kanıt ise meteoroloji balonları (radyosond) ile ölçülen sıcaklıklar. Balon ölçümleri uydu ölçümlerinden önce başladığı için ve birbiri ile gayet uyumlu olduğundan çıkan sonuç son yüzyılda ortalama sıcaklığın sadece 0.5 derece arttığıdır. Son 50 yılda sıcaklıkta bir değişim görülmediği halde bu süreçte atmosferde varolan karbondioksitin %70'i insan eliyle havaya katılmıştır. O zaman karbon dioksit ile ortalama sıcaklığın bir ilgisi olmaması gerekir.
Kutuplardaki buzulların eridiğini sürekli okuruz. Burada kuzey kutbundaki buzul alanlarının yıllara göre mevsimlik değişimi görülüyor. 2010 yılı içinde Kuzey kutbunda küçük bir azalma olduğu aşikar ama grafikte gözükmeyen güney kutup bölgesinde de aynı miktarda artma saptandı. Yani buzul alanların yüzölçümünde son yıllarda pek bir değişim yok.
Küresel ısınmanın insan eliyle olduğuna inanmayanların her veriye karşılık görüşleri var. Örneğin medyada sık sık kutuplardaki buzulların eridiği haberi geçer. Ama son zamanlarda uydular ile kutup buzlarının yüzey alanları ölçülüyor ve bu veriler uzay merkezlaerince yayınlanıyor. Onlara bakınca tam tersine buzul alanlarının pek değişmediği anlaşılıyor. Okyanuslardaki deniz yüzeyinin yükseldiği kabul ediliyor ama onunla ilgili görüşleri de var. Tüm bunlara karşın biz olayın gökbilimciler tarafına eğilmekte yarar görüyoruz.
Dalton minimumuna girerken 3. ve 4. çevrimlerin yapısı ile son 22. ve 23. çevrimin benzerliği dikkat çekici. Grafiğe geçirilmemiş olan 24. çevrimin ilk yılı da 5. çevrim ile uyum gösteriyor.
Son güneş etkinliği çevrimleri ile Dalton minimumundan önceki çevrimleri karşılaştıran grafik çok ilginç. Burada 23. çevrimi Şubat 2010'da bitmiş ama son bir yıldaki güneş leke sayısı aynı 5. çevrimi takip ediyor. Dolayısıyla yeni bir Dalton minimumu bizi mi bekliyor sorusu hemen akla geliyor.
Bu grafikte güneş çevrim uzunluğuna karşın o çevrimden sonraki yıllarda ölçülen ortalama sıcaklık görülmektedir. Eğer çevrim ne kadar uzun ise sıcaklık o kadar az olduğu görülüyor.
Diğer bir kanıt da bir güneş çevrimini uzunluğu ile ilgili. Daha doğrusu çevrim uzunluğu ile güneş etkinlik çevrimini takip eden ortalama sıcaklık arasında bir ilişki var ama bu ilişki o kadar sağlam değil. Benzer bir grafik yine çevrim uzunluğu ile ortalama sıcaklık değişim trendlerinin ne denli birbirine bağlı olduğunu göstermektedir.
Yıllara karşılık sıcaklık değişimi ve etkinlik çevrim uzunluğu beraber çizilmiş bu grafikte her iki değişimin de ne denli beraber gittiği görülmektedir. Özellikle son çevrimin 13 yıldan biraz daha uzun sürmesi acaba sıcaklığı o denli düşürecek mi?
İlk notumda uzun dönemli değişimlerin güneş etkinliğine nasıl bağlı olduğunu göstermiştim. Bu etkinlik ile sıcaklık değişimi arasında bir ilişki olduğu açık ama bunun bilimsel temeli uzun süre açıklanamadı. 1997 yılında Henrik Svensmark güneş sistemi dışından gelen ve gökada kozmik ışını denilen olayın iklimi değiştirdiğini ileri sürdü. Kozmik ışın deyince bugünlerde bol miktarda televizyonlarda gördüğünüz insanların “kozmik yiyecekler”den veya “kozmik içecekler”den söz ettiği aklınıza gelir ama bu gerçek kozmik ışın. Kozmik ışın, gökadamızdaki patlamalardan veya çarpışmalardan kaynaklanan enerjisi yüksek proton, atom çekirdeği veya elektron gibi atom altı parçacıklardır. Bu parçacıkları sayan gözlemevleri var. Bu sayımların leke etkinliği ile ters orantılı olduğu yani güneş etkinliğinin maksimum olduğu yıllarda kozmik ışın sayımının minimum, leke etkinliğinin minimum olduğu yıllarda da kozmik ışın sayımının maksimum olduğu biliniyordu. Güneş yüzeyinde manyetik alan şiddeti az olduğu zaman leke az olur ve güneş rüzgarı da yoğun olmaz. Bu ise gezegenlerarası manyetik alan şiddetini düşürür. İşte kozmik ışınları frenleyecek manyetik alan şiddeti zayıf olunca da kozmik ışınlar yer atmosferine kadar ulaşır. Svensmark'ın yaptığı yenilik atmosfere giren parçacıkların yere yakın bulut oluşumuna neden olduğudur. 2007 yılında bu kuramının ayrıntılarını yayınladığı bir makale ile açıklığa kavuşturdu.
Ölçülen kozmik ışın sayımı ile leke sayısının birbiri ile nasıl ters orantılı olduğu bu grafikte görülmektedir. Leke minimumda iken kozmik ışınlar daha fazla.
Yine 2007 yılında Nigel Calder ile baeaber yayınladığı kitabında güneş etkinliğinin iklim değişikliği üzerine etkisinin insan üretimi karbondioksitten daha fazla olduğunu ileri sürdüler. Son yüzyılda güneş etkinliğinin fazla olması nedeniyle kozmik ışınların yer atmosferine yeteri derecede ulaşmadığını dolayısıyla dünya ortalama sızaklığının arttığını bu kitapda dile getirdiler. Kozmik ışınların atmosferin alt katmanlarında bulut oluşumuna neden olduğunu da “SKY deneyi” ile kanıtladılar. Karşı görüşte olan bilim insanları aynı deneyi gerçekleştiremediklerini ileri sürerek kuramı eleştirdiler.
Gezegenler arası manyetik alan şiddetinin çevrim ile nasıl değiştiği bu grafikde verilmiştir.
Görüldüğü gibi küresel ısınma için ileri sürülen iki görüş de kavga etmeye devam ediyor. Tartışma henüz sonuçlanmış değil. Her iki görüşün de ileri sürdüğü kanıtlara tarafsız olarak bu iki yazımda yer vermeye çalıştım, ne kadar başarılı olduğumu bilmiyorum ama küresel ısınma nedenini sera gazlarına bağlayan birçok devletin ve medyanın oluşu ve benim de bir gökbilimci olmam nedeniyle Svenson'un kanıtlarının daha kuvvetli olduğuna inanıyorum.
Güneşte manyetik alan kuvvetli olduğunda gezegenler arası ortamda da manyetik alan kuvvetli olduğundan kozmik ışınlar yer atmosferine ulaşamaz. O zaman açık gökyüzü ve sıcak bir dünya demektir.
Güneşte etkinlik minimum olduğu zamanlar kozmik ışınlar yer atmosferine ulaşarak yere yakın bölgelerde bulut oluşumuna neden olmaktadır. O zaman da soğuk ve yağışlı bir dünya ile karşı karşıya kalıyoruz. Bulutlar Güneş'in bizi ısıtmasını önlemektedir.
Tüm bu tartışmaların bir de politik yanı ver doğal olarak. Bugün ABD, Kanada, İngiltere, Almanya, Japonyo gibi gelişmiş ülkeler küresel ısınma konusunda kıyameti koparıyorlar. Bunun nedeni olarak bu ülkelerde gelirin artık sanayiden değil teknolojiden kaynaklandığını dolayısıyla sanayi ile birlikte gelişmekte olan Çin, Türkiye gibi ülkelerin geri kalması için ellerinden geleni yapmaya çalıştıkları konusunda görüşler var. Eğer karbondioksit salınımını düşürmezse Kyoto anlaşmasındaki maddelerden dolayı ülkemizin milyarlarca dolar ödemek zorunda olduğunu ileri sürenler var. Ben poitikadan anlamam işin bilimsel yönüne bakarım. Küresel ısınma mı yoksa küresel soğuma mı önümüzdeki 5-10 yılda ortaya çıkacak, bakalım kim haklı?
Eski zaman iklimcisi Dansgaard buzul çekirdeklerindeki oksijen-18 izotopunu ve deutoryumu ölçerek daha önceki yıllarda sıcaklığın kuzey yarımkürede nasıl değiştiğini buldu. Grafikde sıcak ve soğuk dönemlerin nasıl değiştiğini görmektesiniz.