Bugün size kara maddeden söz edeceğim. Nereden çıktı, önce onu bilmemiz gerekir. 1900’lerin başından itibaren yapılan gözlemler ilginç bir olayı ortaya koydu.

Kepler’in ortaya koyduğu yasaları matematik formülllere yerleştiren Newton güneş sisteminde güneşten uzaklaştıkça gezegenlerin yörünge hızlarının düştüğünü saptamıştı. Yani en hızlı dolanan Merkür dışa doğru gittikçe hız düşüyor, en yavaş dolanan da Neptündü. Fakat bu Newton yasalarını galaksilere uyguladığımızda beklenmeyen bir sonuçla karşılaştık. Galaksinin dış kısımlarına gittikçe yıldızların galaksi merkezi çevresinde ya aynı hızda veya daha hızlı dolanıyordu. İlişik şekle bakınız.

Newton amcam yanlış yapamazdı. Bu ilginçliği ancak galaksiyi saran bir kütle olsaydı çözecekti. Bu öyle küçük bir kütle değildi üstelik yaklaşık olarak galaksi kütlesinin 5-6 kadar bir kütle gerekiyordu. Daha sonra bu kütle gereksiniminin optik merceklenme ve galaksi kümelerinde de var olması gerektiği ortaya çıktı ama halk arasında en anlaşılanı galaksilerdeki gözlemdi. İşte bu kütle görünmüyordu ama vardı. Evren bilimciler ve kuramsal çalışan fizikçiler bunun üzerinde çok düşündüler ve kütlenin ne olduğu konusu üzerine çok çalışmalar yaptılar.

Sözünü ettiğim bilimciler çok zeki ve müthiş bir matematik bilgisine sahiptirler. Ben bazen biraz eleştiririm, eldeki denklemin sağ tarafı sol tarafına eşit olmaz ise hemen yeni bir teorik parçacığını koyarlar ve denklemi eşitlerler diye. Fakat durum hiç de öyle değildir. Kozmologlar çok çalışkan insanlardır, gökbilimde bir olay mı saptanmış, hemen o büyük patlama matematiğinin içine yerleştirirler. Kuramsal olarak bekledikleri bir kanıtın izlerini de kendilerini takip eden gökbilimcilere buldururlar.

Büyük patlama bir çok insanın belleğinde bilimsel olduğu kadar felsefi bir olgudur. Ben felsefeden de pek anlamam ama çok sevdiğim ve benden yüzlerce kat daha iyi bir bilimci olduğunu bildiğim bir arkadaşımın bana gönderdiği yazılardan bazı alıntılar yapacağım. Belki felsefeci dostlarımı rahatsız eder mi bilmiyorum ama benim çok hoşuma gidiyor. Yazıya Lenin’in bir deyişi ile başlıyor: “Bir bütün olarak ele alındığında, ekonomi profesörleri kapitalist sınıfın eğitimli satıcılarından başka bir şey değildir; felsefe profesörleri de ilahiyatçıların eğitimli satıcılarıdır”.

Arkasından Bertrand Russell’dan bir alıntı yapıyor: “Felsefe, sözcükten anladığım kadarıyla, teolojiyle bilim arasında bir şeydir. Felsefe de teoloji gibi, konuya ilişkin hangi bilgilerin kesin olarak anlaşılamayacağına işaret eden spekülasyonlardan oluşur. Ancak, geleneksel otorite veya Allah tarafından verilen ilham yerine, tıpkı bilim gibi, insan aklına başvurur. Tüm belirli bilgi, bilime aittir. Belirli bilginin ötesine giden tüm dogma teolojiye aittir. Teolojiyle bilim arası bölge çözümlenmemiştir ve hem teoloji hem de bilimin saldırısına açıktır; çözümlenmemiş olan bu bölge felsefedir”. Bu dogma sözcüğünü duyardım, cümle içinde geçince anlaşılıyor ama burada tekrar vurgulayalım. Belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesine dogma deniliyor.

Arkadaşım daha sonra çağdaş felseficilerle bilimsel materyalistler arasında “kendinde şey dünyası” (thing-in itself = yalnız akıl ile kavranan şey) kavram tartışmasını uzun uzun anlatmıştı, ben anlamadığım için sizi de sıkmayayım, arkasından geliyor karanlık madde konusuna.

Karanlık madde şu şekilde tanımlanıyor: “Işıkla hiç etkileşmeyen bir tür maddenin varolduğunu düşünelim. Diğer bir deyişle, bu tür madde foton salmaz, foton soğurmaz ve fotonların saçılmasına neden olmaz. Bu tür maddeye ‘baryonik olmayan karanlık madde’ diyoruz”. Yukarıdaki tanıma uyan karanlık madde evrende, laboratuvarlarda ‘henüz’ gözlenemedi, doğası bilinmiyor; elektron, nötron ve proton kombinasyonlarından oluşan ve bizim, Yer’de, evrenin dört bir köşesinde varlığını değişik yollardan bildiğimiz maddeyle, yani, hidrojenle, helyumla, karbonla, oksijenle, azotla, mağnezyumla, demirle, nikelle...nasıl etkileştiği bilinmiyor! Ayrıca bu ‘hayalet’ madde soğuk, ılık ve sıcak çeşitlemelerine sahip! Yukarıdaki tanımda sözü edilen ‘baryonik olmayan karanlık madde’ soğukmuş.

Büyük Patlama anında yeterli yoğunluğa sahip olan ‘baryonik olmayan madde’ fazladan bir çekim alanı üreterek başlangıçtaki düşük düzey yoğunluk dalgalanmalarının zamanla büyüyerek günümüz yumrulu yapısına kavuşmasını sağlayabilmiş. Eğer ılık veya sıcak olsaymış çok hızlı hareket özelliğinden dolayı yumrulu yapıların oluşumunu engelleyebilirmiş. O nedenle yavaş hareket eden maddeye yani ‘soğuk baryonik olmayan karanlık maddeye’ gereksinim duyulmuş! Bu varsayımın benimsenmesiyle birlikte yeni bir (ortodoks!) evren modeli (söylencesi!) doğmuş oldu. Adına Standart Soğuk Karanlık Madde (Cool Dark Matter, CDM) modeli dendi. Ancak siz siz olun, modelin isminde ‘baryonik olmayan’ sözcükleri ‘unutulmuş’ da olsa, maddenin baryonik olmadığını, diğer bir deyişle (şimdilik) ‘hayalet’ olduğunu unutmayın!

Evet arkadaşımın yazısından alıntıları bitiriyorum. Ama onun son cümlesine dikkat edin, bu karanlık maddenin varlığını aklınızla anlayıp kabul edeceksiniz. Baryonik olmayan kara maddeyi oluşturan parçacıklara baktım WikiPedia’dan, sayıları ne kadar çokmuş, ben 20-25 tane saydım. Kolay değil tabii, elinizdeki denklemin iki tarafı eşitlenmiyorsa, eksik tarafa koy bir parçacık gitsin. Avrupada 10 milyar dolar harcanarak yapılan CERN’de yapılan deneylerde bu parçacıkların hiç biri bulunmamış, çünkü bizim bildiğimiz proton, nötron, elektron ve foton ile etkileşmiyorlar. Bunlar zeki parçacıklar kimseye görünmüyorlar, bizim dünyamızdaki uzaylılara benziyorlar, pardon yanlış benzetme, uzaylılara inananlara gözüküyorlar. Sevgilerimle…